Hafİf Kültürlü Eğlencelİk Muhabbet

Burada izlemekten, dinlemekten ve okumaktan hoşlandığım kültür-sanat ürünleri ve eğlencelik şeyleri paylaşıyorum. Filmler, albümler, dergiler, kitaplar, diziler, animeler, oyunlar vb. gibi pek çok şey hakkında tamamen öznel yorumlarımı incelemelerimi sadece yazmak istediğim için yazıyorum.

Parfümün Dansı – Tom Robbins 12/03/2010

Parfümün Dansı – Tom Robbins

Tom Robbins’in kitaplarını okurken Robbins’in hikâyeyi egzotik bir sahilde ayaklarını uzatmış, keyifli keyifli gülerek yazdığını düşünürüm. Tom Robbins öykülerini keyifli bir yolculuğa dönüştürüyor. Tarzında hep muzip bir erkek çocuğu hâli var.  Yanlış anlaşılmasın bu çocuk sürekli keyifli şeylerden bahsetmiyor ama anlattıklarını trajediye de dönüştürmüyor. Felsefe de yapsa, birilerini, kurumları eleştirse, bir acıya dokunsa da hayattan zevk almak, dalga geçmek , gülmek isteyen ve her şeye rağmen mutlu olmak isteyen bir çocuk Robbins.

Robbins ile ilk tanışmam “Parfümün Dansı” ile oldu ki zaten okuduklarım içinde en iyi kitabı da bu. Parfümün Dansı pek çok farklı koldan ilerleyen kurgusu, ilginç karakterleri ve olaylarıyla çok başarılı bir roman.

Robbins’in birbirinden ilginç karakterleri ile orijinal benzetmelerine değinmeden önce Parfümün Dansı’nın kurgusundan bahsetmek istiyorum. Tom Robbins, Parfümün Dansı’nda pek çok farklı zaman dilimini eş zamanlı anlatırken daha sonra hepsini kademe kademe buluşturuyor. Bu tarz bir kurgu yapısını pek çok “yazar” kolaylıkla eline yüzüne bulaştırabilir ya da yazar okuyucuda istediği etkiyi bırakamaz. Örneğin Ahmet Ümit’in Patasana adlı kitabı (Bence gelmiş geçmiş en zorlama cinayet sebebine sahip polisiye roman. Aslında o kadar uydurma bir cinayet sebebi var ki Patasana’ya polisiye demek bile yanlış olur.) bu duruma iyi bir örnek. Ahmet Ümit sevenler alınmasınlar ama Patasana’nın bir bölüm gelecek bir bölüm geçmiş şeklinde ilerleyen anlatısı, sonuçta okuyucu için fazla basit kaçan bir sadeliği yakalama çabası olmaktan öteye gidemiyor. Ahmet Ümit, ele aldığı iki zaman dilimini, düşünce ve göndermeler bakımından birbirleriyle iyi bir şekilde bağlayamadığı için geçmişin anlatıldığı bölümler, kitaba tarihle karışık hafif bir egzotizm duygusu katmaktan öteye gidemiyor. Bu da polisiye bir kitap olarak kurgusunun çok sağlam kurulması gereken Patasana’yı geçmişte ve günümüzde çeşitli olayların anlatıldığı birbirinden ayrı iki hikayelik bir öykü kitabı haline getiriyor. Diğer yandan Tom Robbins farklı zaman dilimlerindeki farklı karakterleri uyumlu bir şekilde hikayenin akışına katıyor.

Gelelim Robbins’in en sevdiğim yanlarından biri olan oyuncu diline. Robbins yazının başında bahsettiğim gibi neşeli bir çocuk. Dilindeki oyunculuk ve hınzırlık özellikle benzetmelerinde ve tanımlamalarında öne çıkıyor. Birkaç örnek vermek gerekirse:

“Pancar tıpkı suç yerine geri dönen katile benzer. Vişnenin havuçla işi bittiğinde ortaya çıkan şeydir pancar. Sonbahar mehtabının kuşaklar önceki, sakallı – bıyıklı, çoktan gömülmüş atasıdır.”

“Pan’ın salkım saçak ezgisinde bir hop-hop tavşan niteliği vardı. Ama başıboş keçi niteliği de vardı. İnatçı, kaba, zımba gibi, Bir an şefkatli ve şiirsel geliyorsa, öteki an tehdit edici, haşin geliyordu.”

“V’lu kalçalarını çingene arabasının duvarlarında asılı duran mandolinler gibi sallaya sallaya dar merdiveni tırmandı.

Parfümün Dansı dekor olarak Antik Yunan, Hindistan, İlk Çağ Avrupası, Seattle, Paris ile New Orleans gibi pek çok mekân kullanıyor. Tüm bu mekanlar, bir Yunan tanrısı, bir kral, Hintli bir kadın, parfüm yapımında rekabet eden iki ayrı kıtadan insanlar, kafasının etrafında arıların bir taç oluşturacak şekilde döndüğü siyahi bir adam vb. farklı ve zengin karakterlerle birbirlerine bağlanıyor ve hepsi hikayeye bir yerden tutunuyor. Tom Robbins’in hiçbir kitabında olmadığı kadar zengin bu karakter çeşitliliğinin içinden kitabın ana karakterleri olarak karşımıza Avrupalı bir Kral Alobar ile Hintli genç bir kadın Kudra çıkıyor. Peki birbirinden tamamen farklı bu iki insan nasıl buluşmuştur? İkisi de bağlı oldukları toplumların dayattığı geleneklerin sonucu olan zorunlu ölümü reddeder. Alobar tahttan inen kralların ölmesi, Kudra ise ölen kocası ile yakılması gerektiğini kabul etmez. Onlar yaşamak isterler ve bu isteklerinin kendilerine bağlı olduğunu düşünürler. Bu yüzden kendilerini tanımak, hayatın zevklerini ve hayatın kendisini istedikleri kadar tatmak için sonsuzluğun peşine düşerler. Çobanların ve yaban hayatın tanrısı Pan da yolculuklarında onlara yardımcı olacaktır.

Pan, diğer Yunan tanrılarının aksine kaybolmamıştır, o da Alobar ve Kudra gibi yitip gitmeye, unutulmaya direnmektedir ama modern dünyada yeri yoktur ve giderek unutulmaktadır. Pan direnmektedir çünkü o da hayattan zevk almayı bilir hatta yaşama sevincinin, doğanın canlılığının simgesidir. Hareketlidir, kışkırtıcıdır ve canlıdır. Bu yüzden kaybolmak istemez.

Robbins, Alobar ve Kudra aracılığıyla insanların kendi kendilerine yarattığı ölümü sorgular ve doğanın bir sonucu olan ölümün gene doğanın bir parçası olan insanla ilgili olduğunu anlatır. Alobar ve Kudra kendilerine dayatılan bu doğal olmayan ölümü kabul etmezler. Diğeri ise bir bilinmezliktir. Sonsuz yaşam arayışında Alobar ve Kudra’nın öğrendikleri pek çok şeyin içinde en önemlisi  arzularına gem vurmadan severek, zevk alarak mutlu olmak ve keyifli yaşamaktır.

Alobar ve Kudra dışındaki karakterleri hikayeye katan ve ana karakterlerimizin sonsuzluk arayışlarına bir şekilde katkıda bulunmalarını sağlayan şey kokudur. Koku zevkin, güzelliğin ve hazzın görünmez temsilcisidir ve insanı uyarır. Yaşamı hatırlatır. Parfüm yapımcıları da o en mükemmel kokuyu arar dururlar. Kokunun yaşamla olan bağı, Alobar’ı, Kudra’yı, parfümcüleri, Pan’ı, geçmişi ve geleceği de birbirine tutturur; tabii yaşamı koklamayı bilenler için…

Robbins karakterleri ve hikayenin akışını, gidiş gelişleri oldukça akıcı bir şekilde sunarken okuyucuyu aptal yerine koymuyor. Geçmiş ve gelecek hem birbirlerinden ayrı hem de iç içe.  Kitabı okurken sanki geçmişten ve gelecekten resimlerin olduğu bir kolaja bakar gibi hissediyor insan. Kolajın ayrı ayrı yerlerine bakıp ilginç, komik, düşündürücü, farklı enstantaneler görürken geriye çekilip resmin bütününe baktığınızda kendiniz romanda ne bulduysanız onu görüyorsunuz.

Share

Paylaş